17 Ekim 2020 Cumartesi

Gazap Üzümleri - John Steinbeck | Kitap Yorumu

 



Gazap Üzümleri


Kitap Adı: Gazap Üzümleri

Orijinal Adı: The Grapes of Wrath

Yazar: John Steinback

Çeviren: Belkıs Dişbudak

Yayınevi: Sel Yayıncılık

Sayfa Sayısı: 556

GoodReads Puanı: 3.97



YAZAR HAKKINDA

 JOHN STEINBECK, babası Prusya, annesi ise İrlanda göçmeni ırgat bir ailenin çocuğu olarak, 1902 yılında California'nın Salinas kentinde doğdu. Çocukluk ve ilk gençlik yılları boyunca okul dışındaki zamanını Salinas Vadisi'ndeki çiftliklerde çalışarak geçirdi. Eserlerinin çoğunda da mekan olarak burayı seçti. Erken yaşlarda yazar olmaya karar veren Steinbeck, 1919'da girdiği Stanford Üniversitesi'nde yalnızca yazarlığına katkısı olacağını düşündüğü derslere katıldı. Öğrenimini sürdürdüğü altı yıl boyunca tezgâhtarlık, ırgatlık, marangozluk, laborantlık, boyacılık, kapıcılık gibi pek çok işte çalıştı. Steinbeck'in ilk romanlarından başlayarak emekçilerin yaşam koşullarını ve ilişkilerini başarıyla yansıtabilmesinde bu yaşam deneyimi etkili oldu. Üniversiteyi bıraktıktan sonra New York'a giderek gazetecilik yapmayı denedi ancak yazılarının büyük kısmını yayımlatmayı başaramayarak California'ya döndü.

İlk romanı Altın Kupa (1929) fazla ilgi görmedi. Yazarlık yeteneği 1935 yılında Yukarı Mahalle'nin yayımlanmasının ardından dikkat çekti. Bu eserini her biri klasik sayılan Bitmeyen Kavga (1936), Fareler ve İnsanlar (1937) ve Pulitzer Ödülü kazanan Gazap Üzümleri (1939) takip etti. Kitaplarında işçi sınıfının gündelik ilişkilerini, yaşam koşullarını ve mücadelelerini, döneminin ve çağımızın en temel toplumsal meselelerini tüm insani ayrıntılarıyla resmetti. Sardalye Sokağı, Cennetin Doğusu, Al Midilli ve daha pek çok başyapıt veren yazar 1962 yılında edebiyata katkılarından dolayı Nobel Edebiyat Ödülü ile onurlandırıldı. Eserleri edebi değerleri kadar güncellikleriyle de övgü alan ve birçoğu sinemaya uyarlanan Steinbeck, 1968 yılında öldü. 



KİTAP HAKKINDA


John Steinbeck'in tartışmasız en büyük eseri olan ve ona Pulitzer ödülünü kazandıran Gazap Üzümleri, 1939'da ilk kez yayınlandığında şok etkisi yaratmış ve büyük tartışmalara yol açmıştı. Tüm dünyayı etkileyen "Büyük Buhran" döneminde, tarımın kapitalistleşmesi ve krizler yüzünden yoksullaşan ve mülksüzleşen yığınların ayakta kalma mücadelesinin anlatıldığı bu destansı romanda Steinbeck, açlık, sefalet ve zorbalık yüzünden evlerini terk edip yollara düşmek zorunda kalan binlerce işçi ailesinden birine odaklanıyor. 

Boşa çıkan umutların, hüzne dönüşen sevinçlerin arasında insanlığın direncini ve onurunu çarpıcı bir dille anlatan, kapitalizmi iliklerine kadar eleştiren Gazap Üzümleri, 20. yüzyılın en önemli eserlerinden biridir.


KİTAP YORUMUM


Gazap Üzümleri; açık ve güçlü anlatımıyla tüm dünyayı etkileyen Büyük Buhran dönemini, kapitalizmi, işçi sınıfını, ayaklanmaları, açlığı ve sefaleti ailelerin gözünden bize yansıtmış.  Çiftçilikle uğraşan binlerce aileyi yerlerinden eden bankalar, aileleri varını yoğunu satmaya zorlayarak bir umudun peşine Kaliforniya'ya göç ettiklerini görüyoruz. Satıcılar, sıfırdan bir araba yapmanın kaça patladığını bilseler bile 1 dolarlık ürün için 5 dolar alındığını, hatta satıcı sizin çok aç veya gerçekten ihtiyacınız olduğunu anlamışsa vay halinize! O ürünün fiyatı bir anda 8 doları bulur. Hayatımızın herhangi bir anında sahtekarlara veya  hilecilere rastlamış olsak da  bir ailenin en zor anında, onların açlığından, yetersizliğinden faydalanarak kazanç etmenin tiksindiciliğini kelimelere dökmek mümkün bile değil. Hal böyle iken, her gün bir sürü insan bir iş bulma ümidiyle bir oraya bir buraya gidiyor çünkü çocukları aç, ihtiyaçları var ancak karşılaştığı tabelalar ona gitmesini, buraya ait olmadığını söylüyor.

Gazap Üzümleri (The Grapes of Wrath) - 1940 Film İncelemesi | Efsane Kareler 

Kitapta, tüm duygular o kadar güzel anlatılmış ki! Kendinizi Joad ailesinin bir parçası olarak bulmamanızın imkanı yok. Aile içi ilişkiler, kadının ve erkeğin rolü, yokluk anlarında bir çözüm ararken güçlü bir şekilde ortaya çıkıyor. Kapitalizmin ne anlama geldiğini, kimleri nasıl etkilediğini ve karşı çıkmak için hangi yöntemlere başvurulduğunu bile gösteriyor.

Tarih Eğitimi - History Education: Gazap Üzümleri Büyük Bunalım'ı Anlatıyor 

Benim en etkilediğim olaylardan bir tanesi, yolculuk sırasında hemen hemen herkesin arabasının bir parçası bozuluyor ve konaklayacak yer bulduklarında etraftaki ailelerin dayanışması, ne insan ne de memleket ayırt ediyor. Doğumlardan tutun ölümlere, her anlarında aralarındaki perdeyi açıp yardıma koşuyorlar. Düşünceler içinde boğulan beyinler, kalıcı çözüm üretemiyor. Bu da insanı içten kemiren bir kurt gibi sarıp sarmalıyor. Oysa ki onlara bir toprak verseler hayatları kurtulacak ancak o arazi bankaya ait, orada hiçbir şey yapılamaz. Gerçekler sert bir şekilde yüzünüze çarpıyor. Bugün bile hala yaşanıyor diyorsunuz, içinizden.  Halk, iş diyor. Çiftlik sahibi, az para veriyor. Banka, hep kazanıyor. 

THE GRAPES OF WRATH - GAZAP ÜZÜMLERİ 

 Bence, bu konuda yazılabilecek en iyi kitaplardan bir tanesidir. Okurken bir kez bile sıkılmadım. Acaba şimdi ne olacak, sorusuyla bir sonraki sayfaya geçtim. Çoğu zaman içimi burktu, yalan söylemeyeceğim. İnsanların böyle şeyler yaşaması (yaşıyor olması), adaletsizliğe mazur kalıyor oluşu... Aklımda hep şu soru döndü dolaştı: Gerçekten, para uğruna her şey mi yapılır?

 Karakterlerle ilgili olarak şunları söyleyeceğim. Anne, bir ada da sahip olmamasından ötürü tip olarak yaratılmış. Tüm anneleri temsilen, sorun çözümü, olaylara bakış açısı, aileye verdiği önemi net bir şekilde görüyoruz. Kitaptaki favori karakterim Anne'ydi. Aileyi bir tutmaya çalışıyor ve özverisini tarif etmek bile az kalır. Çok iyi işlenmiş, oturmuş, harika bir karakterdi.

Gazap Üzümleri (The Grapes of Wrath) - 1940 Film İncelemesi | Efsane Kareler

 Onun dışında, Baba yine bir tip olarak yaratılmış ve düşünceleri, davranışları olaylara uygun bir şekilde ilerleme göstermişti. Tom, Al ve kardeşleri de olaylarla birlikte uyum içerisindeydi. Genel olarak karakterleri ve onların davranışları, gerçeğe yakındı. Bu kitapta, gerçek-dışı bir şey neredeyse bulamazsınız. Sağlam temellere dayalı yazıldığını okuduğunuzda zaten anlayacaksınız. Devlet-polis-halk ilişkisine dair birçok pasaj içeriyordu ve olaylarda madalyonun diğer yüzünü de görmemizi bu şekilde sağlıyordu. 

 Son olarak, kitabı çok beğendim. John Steinbeck'ten okuduğum ikinci roman oldu ve kesinlikle bu kitabını çok çok daha beğendim. Güçlü, gerçek ve çarpıcı olarak tanımlıyorum. Küçük yaştaki okuyucularımıza önermiyorum. Bence, hem kitabı algılama hem de bazı sahneler nedeniyle lise çağlarındaki okuyuculara öneriyorum. Okuduğunuza pişman olmayacaksınız!

(Not: Son sahneyi ben de beklemiyordum!) 

The Grapes of Wrath (1939), American Gothic Literature Gothic Americana


/5

 

19 Eylül 2020 Cumartesi

Paris'ten Çiçeklerle - Saraj Jio | Kitap Yorumu

 D&R - Kültür Sanat ve Eğlence Dünyası

Kitap Adı: Paris'ten Çiçeklerle

Orijinal Adı: All The Flowers in Paris

Yazarı: Sarah Jio

Çevirmen: Fatma Zeynep Öztürk

Yayınevi: Pena Yayınları

GoodReads Puanı: 4.17


YAZAR HAKKINDA


Sarah Jio (d. 18 Şubat 1978), Amerikalı gazeteci ve yazar. Çocukluğunu Washington’da geçirmiştir. Ardından Western Washington Üniversitesi’ne girmiştir ve İletişim Fakültesi’nden mezun olmuştur.

Sarah Jio, Glamour dergisinin başyazarlarından biridir. Yazarın birçok dergide ve gazetede yüzlerce makalesi yayımlanmıştır. Gazetecilik bölümü mezunu olan Sarah Jio’nun gazetelerde ve dergilerde yayımladığı makalelerin konuları; yemek, beslenme, sağlık, eğlence, seyahat, kilo verme, alışveriş, psikoloji, bebek ve çocuk bakımı üzerinedir.

Çocukluk çağında yazarlığa merak salan Amerikalı ünlü yazar Sarah Jio’nun romanları birçok farklı dillere çevrilmiştir. Sarah Jio’nun romanları İtalya, Fransa, Brezilya, Türkiye, Slovenya, Rusya, Çin, Norveç, Almanya, Litvanya, Polonya, İspanya ve diğerleri de dâhil olmak üzere toplam 27 ülkede yayımlanmıştır. Birçok kitabı The New York Times çok satanlar listesinde yer almaktadır. Sarah Jio halen çeşitli dergilerde makaleler yazmaktadır. Evli, 3 erkek çocuk annesidir. Hayatını Amerika Birleşik Devletleri'nin Seattle şehrinde devam ettirmektedir. 

(Vikipedi'den alınmıştır.)


KİTAP HAKKINDA

Bu kitabı yazarken, karakterlerimin peşinden en etkileyici kafelere, güzel balkonlara ve canım Paris manzaralarına gittim. Bu seyahatte Montmartre’nin basamaklarına tırmandım, Rue de Cler pazarındaki renkli görüntülere hayranlıkla baktım, küçük ara sokaklardaki gizli kafelerde espresso yudumladım. Hepsi unutulmazdı.

Ama bu hikâye, çikolatalı kruvasanlardan ve bir bahar günündeki Eyfel Kulesi’nden daha derinlere iniyor. Bu hikâyenin sayfaları, 1940’lı yılların savaşla yıpranmış Paris’inde, gönül yaralarını ve travmaları ele alıyor. Günümüzde ise direnmeyi, affetmeyi ve sevmeyi becerebilen veya beceremeyen karakterleri.

Bu kitap, benim Paris’e yazdığım aşk mektubum. Ve belki bir gün, bir mektup daha yazarım. Şimdilik, hayal ettiğim bu hikâyenin, karakterlerin, Paris’in her şeyinin en ince detayına kadar keyfini çıkarmanızı umuyorum.

Nilüfer çiçekleri yürek parçalayıcı yolculuklardan geçer. Tohumları toprakla, artıklarla ve birbirine giren köklerle kaplı bulanık bataklık suyunda filizlenir. Çiçek açmaları için bu korkunç karanlıkta yolunu bulması gerekir, suyun üstünde bir yerde güneş ışığının olduğunu içten içe bilmeli ya da en azından bunu umut etmeli. Böylelikle bu yolculuktan zarar görmeden çıkar ve zafer kazanmış bir şekilde çiçek açar.

1940’ların işgal altındaki Paris’inde Paris’in tüm çiçeklerini beklerken Paris’in tüm acılarını kendinde bulan bir kadın… 2000’lerde Işığın Şehri Paris’in nostaljik havasında ve aydınlığında kendi acılarıyla ve geçmişiyle yüzleşebilmek için başka bir kadının geçmişinin peşinde iz süren başka bir kadın… 

Kendine özgü sürükleyici tarzıyla Sarah Jio bu romanında bulanık sularda derinlere batmış iki nilüfer olan güçlü kadın karakterlerle geçmiş ve bugün arasında köprü kurarak hayatta önemli olan şeyleri hatırlatıyor.


KİTAP YORUMUM

 Paris'ten Çiçeklerle, tam tarihsel aşk seven okurlara ilaç gibi gelecek türden. Akıcı ve açık anlatımıyla okurken adeta kendimi alamadım. Sayfaları peşi sıra çevirirken kitap, deyim yerindeyse elimden su gibi aktı.

 Roman, iki kadın karakter tarafından anlatılıyor. Celine, II. Dünya Savaşı sırasında yaşayan dul bir kadın, yaşlı babası ve küçük kızı Cosi ile çiçekçilik yaparak geçiniyorlar. Paris'in sokaklarını, pazarlarını, güzel kafelerini geziyoruz onunla ta ki Nazilerin dünyalarını alt üst etmesinin ardından başlayacak olan mücadeleye kadar. O eski döneme ait olan ışıltı, etrafı sarıyor; hatta bize, okurlara, bile geçiyor. Bir an, Paris'te geçen mutlu bir ailenin hikayesini okuyacağımı düşünürken kitap beni tahmin etmediğim kıyılara götürdü diyebilirim.
 
 İkinci kadın karakterimiz, Caroline, günümüz Paris'inde yaşayan genç bir kadın. Ne yazık ki, ilk sayfalarda onu trajik bir olayla karşılıyoruz. Sonrasında ise, hayatını düzene sokmasında biz eşlik edeceğiz. İki karakterin hayatlarının çakışmasını, buluşmasını ve Paris'i iyice hazmetmeye hazır olun!

Sarah Jio, günümüz Paris'ini ve 1943'lerin Paris'ini birçok detayla betimleme konusunda başarılıydı. Aralarda kitaba ufak tefek yanılsama eklemesi, okuyucu için merak uyandırmış ve sonrakini öğrenmek için kitabın başından ayrılmıyoruz.
 
 Okurken kendimi tamamen kitaba bıraktım ve buna değdi. Yeri gelince çok kızıp sinirleneceğiniz yeri gelince sizi mutlulukla gülümsetecek türden olan Paris'ten Çiçeklerle, kitap okumaktan bunaldığınızda ya da çerezlik kitap arayışında iseniz, tam ihtiyacınız olan kitap: Her zaman okunabilir olan!


    "Sevginin yaptığı da budur. İnsanları zamandan, savaş ve yıkımdan, kötülükten ya da acıdan daha güçlü olan bağlarla birbirine bağlar."


Puanım:
/5


28 Haziran 2020 Pazar

Yaşlı Adam ve Deniz - Ernest Hemingway | Kitap Yorumu

D&R - Kültür Sanat ve Eğlence Dünyası
Kitap Adı: Yaşlı Adam ve Deniz
Orijinal Adı: The Old Man and The Sea
Yazarı: Ernest Hemingway
Çevirmen: Yasemin Yener
Yayınevi: Bilgi Yayınevi
GoodReads Puanı: 3.78

YAZAR HAKKINDA

Ernest Hemingway - VikipediErnest Hemingway, 1899'da Chicago yakınlarında doğdu. Babası doktordu. Ortaokulu bitirdikten sonra Kansas City Star adlı gazetede çalışmaya başladı. Birinci Dünya Savaşı'na gönüllü olarak katıldı. 1918'de İtalyan ordusunda çarpışırken yaralanarak cepheden ayrıldı ve Paris'e yerleşti. Burada Ezra Pound'dan büyük destek gören Hemingway, önce Güneş de Doğar (The Sun Also Rises) ve Silahlara Veda (A Farewell to Arms) adlı romanlarını yazdı. Silahlara Veda yazara büyük ün sağladı. Bunu, avcılık serüvenlerini anlatan Afrika'nın Yeşil Tepeleri (The Green Hills of Africa) izledi. Dönemin birçok sanatçısı gibi İspanya İç Savaşı'na da katılan Hemingway, 1940'ta bu savaşı anlatan güçlü romanı Çanlar Kimin İçin Çalıyor'u (For Whom the Bell Tolls) yayımladı. Bu roman çok geçmeden sinemaya uyarlandı. 1952'de yazdığı Yaşlı Adam ve Deniz (The Old Man and the Sea) büyük yazarın ününe ün kattı. 1961'de av tüfeğiyle vurularak ölen yazarın intihar mı ettiği yoksa kazaya mı uğradığı kesin olarak öğrenilemedi.
Hemingway roman dalında 20. yüzyılın diğer tüm yazarlarından daha fazla emek verdi ve çabaları karşılığında 1954 yılında Nobel Ödülü'nü aldı. Kısa, yalın cümleler kullanan ve sert, öz tarzı ile bilinen, boğa güreşi ve büyükbaş hayvan avı meraklısı yazarın kahramanları da her zaman cesur ve davalarına bağlı, görünmez ruhsal ve bedensel yaraları olan kadınlar ve erkeklerdi.
(Idefix.com'dan alınmıştır.)

KİTAP HAKKINDA


Yaşlı Adam ve Deniz / Ernest Hemingway : Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!Yaşlı Adam ve Deniz (İhtiyar Balıkçı), Ernest Hemingway'in ölümsüz eserlerinden biridir.

Yaşlı bir Kübalı balıkçının açık denizde Gulf Stream'e kapılmış olarak dev bir kılıçbalığıyla olan can yakıcı mücadelesini, son derece sade ve kuvvetli kelimelerle anlatır. Bu hikâyesiyle Hemingway, yenilgiye karşı cesaret, kayba karşı şahsi başarı temasını kendine has modern üslubuyla yeni baştan anıtlaştırmıştır.

Yaşlı Adam ve Deniz, MEB'in belirlediği 100 Temel Eser arasında da yer alıyor.

KİTAP YORUMUM

İlk okuduğum Ernest Hemingway romanıydı. Okuduğum birçok kaynakta da bahsedildiği gibi yalın, net bir dili var. Okuma esnasında kafa karıştırıcı terimler ve anlatımlardan kaçınmış, olayı olduğu gibi anlatmış. Arka kapak yazısını okuyunca kitaptan böyle çarpıcı bir anlatım beklemiyordum. Yazı puntosunun bir tık büyük olması da nedense kitabı basit gösterdi gözümde. Okumaya başlamamla birlikte olayın içindeydim ancak kitabın ortalarına doğru sıkılmaya başladım. Sürekli aynı çevre içinde ve tek ana karaktere odaklı ilerlediği için olsa gerek. Birkaç gün kitabı okumaya ara verdim ve anladım ki asıl olay kitabın yarısından itibaren başlıyormuş. 
Tuval resimleri deniz manzarası modern sanat peyzaj Yaşlı Adam Ve ...
İkinci kısımdan itibaren gayet akıcı bir şekilde okumama devam ettim ve kısa bir zaman içerisinde bitirdim. Balıkçının 85. gün balık avlamaya çıkmasıyla kitap özüne kavuştu. Yaşlı adamın iki-üç gün çabalayıp bir kılıç balığını yakalama mücadelesini anı anına yazmış Hemingway. O yorgunluğu, teknikleri, kendi kendine konuşmalarını okumak çok heyecanlıydı. Balığın onunla oynaması ve yakalayacak mı yoksa yine başaramadı mı diye kitabın başında tetikte bekliyorsunuz. Ardından gelen köpek balığı problemi ise bambaşka bir mücadele. İkinci kısımdan itibaren hem yaşlı balıkçının kendisiyle olan mücadelesini hem de balıklarla olan savaşını okuyoruz. 
Big fish. Santiago, "The Old Man and the Sea, E. Hemmingway ...
Son derece gerçekçi ve sade yazılması belki de olayı aklımıza daha kolay yerleştiriyor. Özellikle yaşlı adamın çocukla olan ilişkisini son sayfalarda daha belirgin. Balık avından döndükten sonra, yaşlı adamın ve çocuğun karşılaşması en güzel duygulu sahneydi. Saf sevgi, çocuğun gözyaşlarından anlaşıldı ve yaşlı adam için yiyecek, içecek vs. ihtiyaçlarını karşılamak istemesi farklı bir şekilde beni mutlu etti ve biraz dokundu. 


"Ama insanoğlu yenilgi için yaratılmamıştır," dedi. "İnsan yok edilebilir ama yenilemez."

Depicting Hemingway | Key West Art and Historical Society

Tüm sayfalar bir başarı öyküsünü ha geliyor ha gelecek dedirtti ve sonunda gerçekten başarılı oldu bence. Her ne kadar ihtiyar adam öyle düşünmese de bütün yaşananlar, büyük bir yaşam mücadelesini vurguladı ve sonucunda istediği şekilde olamasa da tuttu getirdi balığı, şansı. 


"Şans türlü türlü biçimleri olan bir şeydir; kim tanımlayabilir ki?"


Illustrated by Charles Tunnicliffe from the illustrated edition ...        35 Best Hemingway- The Old man and the Sea (illustrated edition ...
Puanım:
/5



18 Nisan 2020 Cumartesi

Emma - Jane Austen | Kitap Yorumu

Emma , Jane Austen - Fiyatı & Satın Al | idefix
Kitap Adı: Emma
Orijinal Adı: Emma
Yazarı: Jane Austen
Çevirmen: Nihal Yeğinobalı
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 480
GoodReads Puanı: 4.0

YAZAR HAKKINDA
Jane Austen (16 Aralık 1775 - 18 Temmuz 181719. yüzyılda yaşamış İngiliz roman yazarıSteventonHampshire'da 1775'te doğan Jane Austen; 1783'te Oxford'da bir akrabası sayesinde okumuş; eğitimine Southampton'da devam etmiş; en sonunda da kadınlar için bir okul olan ReadingBerkshire'da Abbey okulunda okumuştur. Roman yazmaya 1789'da başlar, 1802'de kendi tanımıyla büyük ve garip biri tarafından (Mr. Wisley) evlenme teklifi alsa da kabul etmez. Babasının 1805'te ölmesinden sonra Southampton'a taşınır. 1809'da Chawton'a zengin kardeşinin yanına taşınır ve günümüzde bu ev bir müze ve turistler için popüler bir yer haline gelir.

Jane Austen | Biography & Novels | BritannicaJane Austen, dünyanın en ünlü yazarlarından biridir. Yaşadığı döneme ilişkin tasvirleri ve kahramanlarının karakterleri romanlarının klasikler arasında yer almasını sağlamıştır. Jane Austen bir köy papazının yedinci çocuğuydu. Babası tarafından eğitilmişti. O dönemdeki kadınlardan daha iyi bir eğitim aldığı için şanslıydı. Ebeveyni, çocukların hayal gücüne dayalı oyunlarını cesaretlendirdi. Papaz evinin ahırını, yaz tatillerinde ailelerin oyunlar sahneye koyabileceği küçük bir tiyatroya çevirdiler. Austen, 12 yaşına geldiğinde kendi hikâyelerini yazıyordu; fakat ilk romanının yayımlanması için yaklaşık 25 yıl daha geçmesi gerekecekti.  Austen'in romanları, günümüzde oldukça popülerdir. İnsanların zaaflarını esprili bir anlayış ve zarif bir mizahla eserlerinde işlemiştir. Romanlarının başkahramanlarının hepsi kadındır ve romanlarının hepsi de mutlu bir evlilikle sona ermiştir. İlk olarak Aşk ve Gurur (1811) adlı kitabı basıldı. Bunu Gurur ve Önyargı (1813), Mansfield Parkı (1814) ve Emma (1816) takip etmiştir. Northanger Manastırı ve İkna romanlarının her ikisi de Austen'in ölümünden sonra 1818'de basılmıştır. Bütün bu romanlar anonim olarak yayımlanmıştır. 

Austen, hiç evlilik yapmamış, bunun yerine romanlarının birçok bölümünün geçtiği Bath dahil birkaç yerde ailesiyle birlikte yaşamıştır. Mayıs 1817'de aile, Austen'in hastalığına çare aramak için Winchester'e taşınmış; ancak yazar, iki ay sonra ölmüştür. Cenazesi Winchester Katedrali'nde gömülüdür.

ROMANLARI:

  • Sense and Sensibility/Sağduyu ve Duyarlılık - 1811
  • Pride and Prejudice - Gurur ve Ön Yargı - 1813
  • Mansfield Park/Mansfield Park'ı - 1814
  • Emma - 1815
(Vikipedi'den alınmıştır.)

KİTAP HAKKINDA
Jane Austen 1815’te 39 yaşındayken tamamladığı Emma’nın en sevdiği romanı olduğu söyler. Aşk ve Gurur ve Mansfield Parkı gibi romanların yazarının gözbebeğidir bu kitap. Bir taşra kasabasındaki üç genç kızın gerçek aşkı arayışını anlatan roman, bir yandan insan yaradılışının zayıf yönlerini, bir yandan da XIX. yüzyıl İngiliz toplumunun katı ve ikiyüzlü geleneklerini sorgular, inceden inceye alaya alır.
Lord Tennyson, Jane Austen’ı, “Shakespeare’den sonra en büyük İngiliz yazar,” diye niteler. Austen’ın eserleri, Sir Winston Churchill’in başucu kitapları olmuştur.
Austen, kendisini bir minyatür sanatçısı olarak görür; ama bir minyatürcünün, bir “aile romancısı”nın, toplumun yapısı ve kültürel dokusuyla ciddi bir biçimde ilgilenebileceğini kimse anlayamaz. Sağlığında onun başarısını yeterince değerlendirebilen tek olumlu eleştiri Sir Walter Scott’tan gelir. Quarterly Review dergisinde 1816’da Emma üzerine yazdığı yazıda Scott, bu “adsız yazar”ı, yeni gerçekçi gelenek içinde “modern roman”ın yetkin bir örneği olarak selamlar.
(Can Yayınları'nın sayfasından alınmıştır.)
KİTAP İNCELEMESİ
  İlk elime aldığımda, su gibi akıp gideceğini ve okurken eğleneceğimden emindim.  Austen'in, -her ne kadar bilirkişi olmasam da- belli bir kalıbı var. İngiliz halkını, sosyetesini; gelenekleri sorgularken diğer yandan da olayları bir aşk çevresinde döndürür. Gelenekleri ve katı kuralları inceden alaya alır. 
emma woodhouse | Tumblr uploaded by Ella Whimsey
 Emma, benim okuduğum ikinci Jane Austen romanı oldu. Gurur ve Önyargı'dan bambaşka bir kalemle tanıştığımı hissettim. Çok sağlam karakterlerle örülmüş roman, gündelik hayatta karşılaştığımız insan ilişkilerini, diyalogları hatta her karakteri öyle güzel sunuyor ki! Biz Miss Bates'in nasıl bir insan olduğunu, yoldan geçerken karşılaşırsak neler konuşabileceğimizi, içten içe nasıl bir samimiyete sahip olduğunu biliyoruz. Karakterleri bizim -şimdilik benim- komşularıma dönüştü. Öyle samimi ve açık bir dille bahsediyor ki karakterlerinden, siz hemencecik kendi hayatınızdaki kişilere uyarlıyorsunuz. 
 Karakterleri inceleyecek olursak önce Emma ile başlamak isterim. Gayet zengin bir ailenin ikinci kızı olan Emma Woodhouse, evlenmeyeceğinden pek emin birisidir. Akıllı, herkesin sevdiği ve şımartılarak büyütülen bir genç kız olan Emma, biricik yaşlı ve hasta olan babası Mr. Woodhouse'la birlikte Heartfield'de kalır. İyi yetişmiş bir kız ve evinin hanımıdır. 
         Emma Approved GIF - Find & Share on GIPHYemma woodhouse | Tumblr
 Mr. Woodhouse, toprak sahibi, centilmen birisi olmasına rağmen o da evliliğe karşı birisidir. Biricik kızlarının ondan uzaklaşmasına dayanamaz çünkü burada, onun yanında, rahatları yerindedir. Mr. Woodhouse'u daha çok aşırıkları ile görüyoruz. Yazın bile şöminesinde sıcacık bir ateşi olmalı, kızları onunla ilgilenmeli, konukları sevmesine rağmen kalabalık ortamlarda bulunmayan, yağmur başlayadursun hemen telaşa kapılan bir baba figürüdür. Evlenen kızlar içinde "Ah, zavallı ____" diye bahsederek konuşması ise onun kişiliğindeki yapılardan bir tanesidir.
mr woodhouse | Tumblr
 Emma, mürebbiyesinin evden ayrılmasından sonra, en yakın arkadaşını kaybettiğini düşünür ve kendi için yakın arkadaş arayışına çıkar. Bu sırada gözüne kestirdiği Harriet'i kendisine göre eğitmeye başlar. Her açıdan ona uzaktan olan Harriet, Miss Woodhouse'u örnek almaya başlar ve onun çöpçatanlık girişimlerinin her birine sırılsıklam aşık olarak karşılık verir. Bu kitaptaki en talihsiz ama talihli kişi, bana göre Harriet oldu. Kolayca etkilenen ve duygularının çok yer değiştirdiği birisi. Çok sevdiğimi söyleyemeceğim. Kendisinin nasıl biri olduğunu unutup bambaşka bir benlikle karşımıza çıkması, bir gün önce delicesine aşıkken, şimdi bambaşka birine tutulması; çok uçarı bir karakter demek isterdim ancak hepimiz biliyoruz ki böyle insanlar da günlük hayatımızın bir parçası. 
Emma (TV Mini-Series 2009) - IMDb
 Düzenli olarak ziyarete gelen, eniştesinin ağabeyi Mr. Knightley ise beyefendiliğin su götürmez örneklerinden birisidir. Kibarlığı, centilmen duruşu birleşip biraz da Emma'ya öğütler verip kulağını çekmesi çok eğlenceliydi. Tabi, Emma açısından daha çok utanç, kızgınlık ve pişmanlık demekti.
      emma 1972 | TumblrEmma Makes Things GIF - Find & Share on GIPHY
 Özellikle bahsetmek istediğim bir kişi ise Mrs. Elton. Ne kadar sinir bozucu ve geveze bir kadın olduğunu anlatamam! Neyin nesidir bir anda gelmesiyle, gösteriş meraklısı bir kadın nasıl oluyorsa onu bizlere göstermeye başladı, Austen. Benim görüşüme göre, bu karakterin diyalogu, davranış biçimi (hem eşine hem diğer insanlara) çok iyi anlatılmıştı. Bu kitapta zaten diyaloglar ve karakterlerin birbirlerini tarif etmesi müthişti! 
Mr. Elton in the Gwyneth Paltrow Emma (1996) | Regencygentleman
 Miss Bates'ten bahsetmezsem kendimi gerçekten kötü hissederim. Bir muazzam anlatılan karakter de oydu! Konuşması sırasında, nefes almadan, ardı sıra dizdiği kelimeleri ve konudan konuya atlayışını zihnimde tam olarak canlandırdığımı söylemek istiyorum sizlere.  Çok güzel tarif edilmiş bir karakterdi. Bazı kısımlarda sıkıldığımı da belirteyim. Biraz nefes alın, sevgili Miss Bates!
 Miss Bates!!! I love her and the actress who plays her (Sophie ...
 Son olarak da Jane Fairfax'ten bahsetmek istiyorum. Öyle ketum bir karakter daha önce bir kitapta okuduğumu anımsamıyorum. Sessiz, sakin, her daim saygılı, zarifliğin ve güzelliğin harika karşılığı olması, tabii ki insanın merakını uyandırıyor. Nitekim, bunun ardında neler saklandığını da şaşırtıcı bir şekilde öğreniyoruz.
Jane Fairfax | The Jane Austen Wiki | Fandom
 Özetleyecek olursam, Jane Austen'in kurgusunu bu kitapla çok beğendim ve kaleminden çıkmış diğer eserleri de okumayı sabırsızlıkla bekliyorum. İnsani değerler hakkında farklı tiplerin düşüncelerini ve nasıl şekillendirdiklerini okuduk Emma ile. Sadece bununla kalmayıp, inceden alaylarıyla güzel bir toplumsal eleştiriydi. Baştan sona gerçeklikten ödün vermeden, bize bir sürü şeyi öğreten ve bunu göstererek içimize işleten Austen, Emma ile gerçek bir üstat olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldu.
 Beni heyecanlandırarak gece yarısından sonra saat ikiye kadar ayakta tutan Emma'yı, sizlere gönül rahatlığıyla öneriyorum. İçinde beklediğinizden fazlasını bulacaksınız. Herkese keyifli okumalar!
Puanım:
/5

Yorumlarınızı, fikirlerinizi ve önerilerinizi benimle paylaşmayı unutmayın, lütfen! 💗

Emma (2020)

Emma (1996)


Emma BBC TV Serisi (2009)




1 Nisan 2020 Çarşamba

Rosshalde - Herman Hesse | İnceleme

Rosshalde - Hermann Hesse
Kitap Adı: Rosshalde
Özgün Adı: Roßhalde 
Yazar: Herman Hesse
Çevirmen: Kâmuran Şipal
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
GoodReads Puanı:  3.74
Sayfa Sayısı: 169

YAZAR HAKKINDA

ÖTEYE MEKTUPLAR - 7 Öldürmeyeceksin'in yazarına Sayın Bay Hermann ...
Hermann Hesse 1877’de Almanya’nın Calw kasabasında doğdu. Eğitim sistemindeki kısıtlamalara ve misyoner babasının dinsel baskılarına direnerek Maulbronn İlahiyat Okulu’ndan ayrıldı. Bir süre kitapçılık yaptıktan sonra 1904’te serbest yazarlığa başladı. Birinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalan İsviçre’ye yerleşerek Alman militarizmi ve milliyetçiliğini yeren yazılar yazdı. Savaş tutsakları ve gözaltına alınanlar için bir dergi çıkardı. 1923’te İsviçre uyruğuna geçti.
Savaş ortamının ve kişisel sorunlarının etkisiyle ağır bir bunalım geçiren Hesse, Jung’un öğrencisi Lang’dan psikanaliz tedavisi gördü. Lang ile dostluğu Hesse’nin ruhbilime ve Jung’a duyduğu ilgiyi körükleyerek iç dünyasını zenginleştirdi. 1911’de Hindistan’a yaptığı yolculuk Doğu kültüründen etkilenmesine yol açtı. Yapıtlarında, kişinin uygarlığın yerleşik kalıplarından kurtularak özbenliğini bulmaya çalışmasını işledi, insanları kendi yaşamlarını kurtarmaya çağırdı ve Doğu gizemciliğini yüceltti.
Hermann Hesse Eserlerinden Okunması Gereken Alıntılar
Hesse, Doğu kültürüne yakınlığıyla, özellikle 1960’larda Amerika’da canlanan Budizm ve Zen Budizmi akımları sırasında en çok okunan yazarlar arasına girdi. Romanları, öyküleri, denemeleri, şiirleri, politik makaleleri ve kültür alanındaki eleştirel yazılarıyla tüm dünyada 100 milyonu aşkın okura ulaşan, 1946’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Hesse, 1962’de İsviçre’nin Montagnola kasabasında öldü.
(YKY sayfasından alınmıştır.)

KİTAP HAKKINDA

(Arka kapak yazısıdır. Bence okumayın çünkü spoiler içeriyor.)

Parçalanmanın eşiğindeki bir aileyi barındıran hüzünlü bir malikâne Rosshalde. Ressam baba, mutsuz evliliğinin yarattığı düş kırıklığı içinde “kale”sine çekilmiş, bahçedeki atölyesinde kalırken, piyanist karısı ve onları bir arada tutan son bağ olan küçük oğulları malikânede yaşamaktadır. Küçüğün amansız bir hastalıktan ölmesiyle, aile bir daha birleşmemek üzere dağılır: Baba kendini sanatına adayıp Hindistan’a gitmeye karar verirken, anne büyük oğluyla birlikte belirsiz bir geleceğe adım atar. Rosshalde’nin kapıları, belki de bir daha açılmamak üzere kapanır. Hermann Hesse’nin 1914’te kaleme aldığı Rosshalde, yazarın kendi yaşamından izler taşıyor: Ressamlık, Hesse’nin sanatçı kişiliğinin bir parçasıydı. Doğu kültürüne yakınlığıyla tanınan Hesse 1911’de uzun bir Hindistan yolculuğuna çıkmış, 1919’da ise ilk karısından ayrılmıştı. Oysa romanın yayımlanması üzerine babasına yazdığı mektupta bambaşka bir dilek saklıydı: “Kitaba konu olan mutsuz evliliğin tek nedeni yanlış seçim değil; sorun çok daha derinlerde, bir sanatçının ya da düşünürün evliliğe yatkın olup olmadığında. Bunun cevabını bilmiyorum, ama benim durumum kitaba alabildiğine yansıdı; burada sona eren bir şey var, umarım gerçek hayatta onunla başka türlü başa çıkabilirim.”

MERAK EDENLER İÇİN KİTABIN İLK BÖLÜMÜNDEN ALINTI:
melch
Im Garten die Söhne Heiner, Bruno und Martin
From: "Hermann Hesse: Sein Leben in Bildern und Texten"
On yıl kadar önce Johann Veraguth’un satın alarak içine girip yerleştiği Rosshalde, bahçesinde otlar bürümüş yolları, yosun tutmuş bankları, kırık dökük basamaklardan oluşan merdivenleri, balta girmemiş bir ormana benzeyen parkıyla bakımsızlıktan harap eski bir malikâneydi. Yaklaşık sekiz dönümlük arazi üzerinde, ahırıyla ve tapınağı andıran kameriyesiyle biraz viran konaktan başka şey bulunmuyordu; kameriyenin kapısı yamulmuş menteşeler üzerinde çarpık duruyor, bir zaman mavi ipek kumaşla kaplı duvarları yosun ve küften geçilmiyordu. Malikânenin yeni sahibi Veraguth köhne kameriyeyi hemen yıktırmış, ama bu aşk yuvasının eşiğinden aşağıdaki göle inilen, zamanla aşınmış on basamaklık taş merdiveni olduğu gibi bırakmıştı. Yıkılan kameriyenin yerine kendi atölyesini inşa ettirmiş, yedi yıl bu atölyede resim yapmış, günlerinin büyük bölümünü burada geçirmiş, ama hep konakta yatıp kalkmıştı. Derken aile içinde giderek büyüyen sürtüşmelere daha fazla dayanamamış, büyük oğlunu evden uzaklaştırarak başka kentlerdeki okullara yollamış, konağı karısıyla hizmetçilere bırakıp kendisi için atölyenin bitişiğine iki oda yaptırmıştı. O gün bu gün bu iki odada adeta bir bekâr hayatı sürüyordu. Güzelim konağa günahtı doğrusu: Bayan Veraguth yedi yaşındaki oğlu Pierre’le konağın yalnızca üst katında kalmaktaydı; kuşkusuz, ziyaretçilere ve konuklara kapısını açmıyor değildi, ama kalabalık toplulukları konakta asla ağırladığı olmuyor, dolayısıyla bir sürü oda yıllardır kullanılmadan öylece duruyordu. 
(YKY sayfasından alınmıştır.)

KİTAP YORUMU 

(spoiler hem var hem yok)

Ausstellung in Gaienhofen: „Haus der Träume“. Hermann Hesse und ...  Eski eşyalarımı karıştırırken bin bir kitabın ve oyuncağın arasında YKY sembolünü görünce hemencecik kitabı kendime çektim. Eski kitapları ve onların kokusunu çok severim. Özellikle de o sarımsı renk iyice belirir ve gerçekten "yaşanmış" tadını hissedince daha da mutlu olurum. Nedendir bilinmez, arka kapak yazısını kısaca bir göz gezdirdikten sonra okumaya başladım. İlk defa tanıştığım bir yazardı Hermann Hesse. Kısa sürede birbirimize alıştık ve okuduğum süre içerisinde ben hep Rosshalde'deydim. Pierre ile bir ıhlamur bahçesini dolaşıyorduk bir çiçek topluyorduk derken, kendimizi atölyede tuvalin başında buluyorduk. Ana karakterlerimiz, az ama öz bir biçimde ailenin fertlerinden oluşuyordu.
 Pierre: Ailenin ikinci ve en küçük çocuğu. Eğlenceli, enerjik ve birazcık kaprisli bir kişiliği var. Kim öyle değildi ki o yaşlarda?
 Bay Veraguth: Neredeyse tüm hayatını atölyesinde resim yaparak geçiren, yurt dışında da bir hayli üne sahip olan bir ressam. Pierre ve Albert'in babası. 
 Bayan Veraguth: Rosshalde'yi yöneten bir hanımefendi. Pierre ve Albert'in annesi.
 Bay Burkhardt: Bay Veraguth'un en yakın dostu.
 Albert: Pierre'in ağabeyi. Piyano çalmakla ve sanatla ilgili.


R.A.229 Bern: Melchenbühlweg 26; Schosshalde (20. Jh.)  Karakterleri biraz tanıdıysak, başlayalım. Okumadan önce, yalan yok, Rosshalde'nin, Melchenbühlweg'deki Ev isimli tablonun, güzelliğinden etkilendim. İçeriğine girdiğinizde artık tablo sadece bir tablo olmaktan çıkmıştı benim için. Her şeyi anlatıyor, betimliyor ve kafanızın içine oturtuyordu. Yalın bir dil, akıcı bir anlatım ve gerçeklik birleşince romanın kötü olması düşük bir ihtimaldi. Herkesin hayatından bir parçayı yüksek bir sesle söylemişti yazarımız sadece. Ben de bu güzel eseri okudum da okudum ve sonra bitti. Tüketti her şeyi. Evi, bahçeyi, atölyeyi, Pierre'i. Öyle beklenmedik bir hale büründük (haliyle kitap ve okuyucu olarak) ki yorulduk ama hiç sıkılmadım. Her şeyi karakterler birlikte adım adım yaşadım. O evin ruhunu, çalışanlarıyla birlikte. 

  Böyle üzücü şeyleri biraz fazla anlattım fakat buna aldanmayın. Genel hali buruk olsa da asıl üzüntüyü, Herman Hesse en sona saklamış. Ben genel olarak baktığımda okurken mutluydum. Kendimi yeni bir ailenin içinde hissederek okudum. Size de öyle yapmanızı tavsiye ederim. Her ne kadar üçüncü kişi ağzından yazılmış olsa da bütünleşmenizi zorlaştırmıyor, aksine bir olayda herkesin nasıl olduğunu gördüğünüz için işimiz kolaylaşıyor bence. 
  Kitabı bitirdikten sonra aklımda tek bir soru kaldı: Niye öyle oldu? Bunun cevabını bilemeyeceğiz sanırım ama kitabı bir kere daha dikkatle incelediğimde bunun aslında Hermann Hesse'nin kendi yaşamından izler taşıdığını öğrendim. (Kitabın arkasında belirtilmiş ama ben sabırsız olduğum için okumamış o kısmı.) 
  Bay Veraguth net bir şekilde kendisini belli ediyordu: sanatçı. Kendisini resim yaparken kaybedişi, hisleri, tavrı öyle güzel tasvir edilmiş ki! Tutacak hiçbir el bile kalmadığında onu, yeni tablosunu düşünürken buluyoruz. Zaten, Hermann Hesse de bize bir sanatçının ya da düşünürün evliliğe yatkın olup olmadığını anlatmaya çalışıyor. Kendince hem ufak detaylarla hem de görülebilir biçimde yansıtmış. Herkes için cevap başkadır, belki, bilemem. Ama anladığım şey şu: kendini bir şeye öylesine tutkuyla bağlamak, sadece "o an"da olmak ve başka şey düşünememek. Bence, Bay Veraguth buna yakındı ya da böyleydi. Cevabınızı, düşüncenizi benimle paylaşmaktan çekinmeyin! :)

  Son olarak, Rosshalde'nin YKY'den çıkan ilk baskılarından birini okumaktan çok keyif aldım.  Sade diliyle anlatmak istediğini, fırça darbeleriyle derinleştirmiş olan Hermann Hesse'yi de çok sevdim! Bir aile sıcaklığı vermese de Pierre'in gülüşünün içinizi ısıtacağını biliyorum. Hem yazarı tanımak hem de kaliteli bir roman okumak istiyorsanız ideal bir eser olduğunu düşünüyorum. 

Sağlıkla kalın,
Melis.

Benim Puanım:
/5